Bir Çocuğun Dünyasına Girebilmek
Bir çocuğun dünyasına girebilmek deyince aklınıza ne geliyor?
Bu küçük çocukların dünyasına girebilmemiz gerekiyor. Onların kafası bi’ başka, bunu hepimiz biliyoruz. Aslında zaten, belki, bunu bildiğimiz için onlarla konuşmaktan korkuyoruz. Evet, bence korkuyoruz. Onlarla iletişim kurup karşımıza alıp konuşmaktan korkuyoruz.
Çünkü onların dünyayı algılayış biçimi çok farklı. Onların hayatı, kaderi, varlığı, eğlenceyi, cezayı algılayış biçimi çok farklı. Çocuklar şımarıktır, haylazdır. Çocuklar aynı zamanda usludur. Çocukların olaylara, durumlara, olgulara tepkileri vardır. Her çocuğun kodunda yazdığı tepki türü farklıdır. Her birey farklıdır, çocuklar da öyle.
Mark Twain, Tom Sawyer’ın Maceraları kitabında, çocukların doğasını, çocukların doğası üzerinden insanı ve birtakım olguları anlamlandırır. O kitabın arka kapak metninde gördüğümüz üzere, çocuklar şımarık da olabilir, haylaz yaramaz da olabilir, uslu da olabilir. Tek tip model çocuk yoktur. Ebeveynler bunu unutuyor işte. Bir bakıma belki, abiler ablalar da unutuyor -benim gibiler yani.
Ben, başka bir perspektif daha sunmak istiyorum. Acaba… Ebeveynler tek tip model çocuk olmadığını bildikleri için mi onları tek tip model üzerinden yetiştirmeye çalışıyor. Çünkü her çocuk çözülmesi gereken bir bulmacadır. Dünya’ya gelen o çocuğun algılayış biçimi, diğer çocuklardan farklıdır. Tabii ki bazı ortak durumlar yapısal olarak vardır ama doğuştan gelen kişilik mizaç, genetik farklıdır. Her yeni çocuk aileleri sevindirir ama bir yerlerde korkutur da. Yeni birini tanıyorsun sonuçta değil mi? Ama ya tanıyamıyorsan?
İşte o zaman, yani tanıyamadığın, bulmacayı çözemediğin zaman yaptığın şey şu ki, çocuğu kendi bildiğin kalıba sokuyorsun. Bu da tabii ki çocuğun tepkisel olarak sana dönüt vermesine neden olacaktır, ama iyi ama kötü… Eğer çocuğun koduna aykırı davranırsan bu genelde kötü sonuçlanır. O an iyi olsa bile, çocuk büyüdüğünde kötü sonuçlarını yaşar. Travmalar… Hatalı yapılanmış bağlanma stilleri… Nevrotik olmaya meyil…
Çocukların birçok yönden, her insan/yetişkin gibi, çözülmesi gereken tarafları vardır. Bunlardan birini örnek vereceğim: celal ve cemal. Tasavvuftaki celal ve cemal kavramlarını, Jungyen kuramda animus ve anima olarak görebiliriz -tam tamına karşılığı değil ama olsun. Cemali ön plana çıkan mimar bir erkek çocuk da olabilir, celali ön plana çıkan Tekvandocu bir kız çocuk da. Bunların bu doğuştan gelen kodlamalarına aykırı davranırsak işler sarpa sarar. Bu arada… Sarar cidden. 🙂
Yukarıdaki söylediğim tek bir örnekti. Daha farklı yönler de vardır. Ben kendi yaşadığımı anlatayım. Bu blog yazısını yazmamda da bu olay sebep oldu.
Benim kardeşim girişken biri. Aslında ne yalan söyleyeyim, bilmiyorum. Yani küçükken ben bakıyordum, sokağa alışmadan önce yani. Daha naifti. Ama sokaktan sonra daha girişken oldu. Fakat sonra evdeki dinamiklerden ötürü olduğunu düşündüğüm doğrultuda, küçük yaşta Kurtlar Vadisi gibi şeyler izlemeye başladı. Ben buna başta karışmadım, gözlem yaptım. Bildiğiniz, Freud’un torununu izlemesi gibi, ben de kendi kardeşimi izledim, gözlem yaptım.
Kardeşim kendisini var edebilmek için büyük gibi yaşıyordu, yaşamaya çalışıyordu. Evdeki hal hareketleri, konuşma tarzı, tepki gösterdiği şeyler ve tepki tarzı vs. derken büyük gibi davranmaya çalışıyordu. Maç izlerken yalandan hiçbir şey anlamamasına rağmen oyunculara kızması, Kurtlar Vadisi gibi tırnak içinde “derin devlet” yapımı izlemesi ve izlediklerini bana “Sen bunları biliyor musun?” şeklinde üstten bakmalı şekilde bana anlatması, konuşma tarzı vs. derken anladım bir şeyler yanlış gidiyor.
Squid Game furyasına bu da girdi ve izlemeye başladı. Bitirdi de diziyi. Sinyali şurada da çaktım ben; ona izleme dedikçe “bana karışamazsın” demesi beni iyice kıl etti. Çünkü karışılamayacak kim var toplumda en üst düzey, yetişkinler var. Çocuklar mı yetişkinler mi daha özgür, yetişkinler tabii ki. Öncesinde de Kurtlar Vadisi vs. sicili olunca ben duruma el attım.
Aldım karşıma ona da saygı göstererek. Ciddiyetle konuşmaya başladım. Sen çocuksun, çocuklar böyle böyle olur diye anlattım. Yanlış anlaşılma olmasın, kafamdaki çocuk imajını ona vermeye çalıştım ama ona bir şeyi empoze etmeye çalışmadım. Yani Kurtlar Vadisi izleyen çocuk olmaz diye düşünüyorum. İhtiyacı duyduğu ilgiyi, büyük ilgisini, ona vererek onun “büyük/yetişkin” eksenli egosunu tatmin edip bu ihtiyacını karşılayıp çocukluğa olan kapısını açtım.
Sonra ona ciddi ciddi kısa video izlemenin dopamin reseptörlerini yaktığını falan anlattım, uygun bir üslupla. Kitap okumanın faydalarını anlattım. Ama bunu çocuğun kafasına girerek yaptım. Yani ona diksiyonunu geliştirir vs. laga lugası işlemez. Bunda hemfikir olalım. Ona “şu an sıkılıyorsun biliyorum, evde yapacak bir şeyin de yok biliyorum ama kitap var” diyerek odağı ilk bi’ kitaba çektim. Tabii onun hislerini, sıkılmasını vs, anladığımı, farkında olduğumu da ilettim. Kitap okumanın başta sıkıcı gelebileceğini, böyle bir gerçeğin olduğunu ama bir süre sonra aşırı saracağını, artık kendisinin elinden düşürmeyeceğini anlattım. Benim kardeşim somut veri, garanti ister. Birçok çocuk bunu ister aslında. Ona dedim, Sefiller (İş Bankası Çocuk Klasikleri KISALTILMIŞ METİN) kitabının ilk 70–80 sayfası sıkıcı gelecek dedim. Ama sabredersen o kısmı geçene kadar, artık sen isteyeceksin okumayı dedim. Ve öyle de oldu. 1 hafta içinde 2 kitap bitirdi, biri Sefiller biri Üç Silahşörler. Akabinde bana aşağıda gördüğünüz üzere daha da kitap sipariş ettirdi. 😀
Sonuç olarak:
Çocuklar tek tip değildir.
Onları çözme zorunluluğumuz vardır. Evet, bu bir zorunluluktur. Onların kafasına girerek, onların algı düzlemine girerek onlarla iletişim kurmak sağlıklı olandır.
Çocukların ego yapısını gözlemleyip eksikliğini duyduğu şeyi tatmin edip yeni bir faydalı olgu kazandırmak da bir düşünülesi olabilir.
Umarım faydalı bir blog yazısı olmuştur. Kalın sağlıcakla!
Orijinal olarak Medium profilimde yayımlanmıştır.